Hukuk Hizmetleri

Savunma Kürsüsü
Hukuk Hizmetleri
Anayasayı Sessizce Yargılamak
Av. Muhammed İdris Yüknü
Gösteri ve yürüyüş hakkının bastırılması, dijital sansür ve toplumsal suskunluğun anayasal portresi.
Anayasayı Sessizce Yargılamak: Gösteri Hakkının Suçlaştığı Bir Dönemin Savunması
🧭 Giriş
Türkiye’de temel hakların kullanımı, hukukî düzlemde tanınmış olsa da fiilî alanda zaman zaman bir lütuf gibi sunulmakta, hatta bazı dönemlerde doğrudan suç gibi gösterilmektedir. Bu eğilim, Ekrem İmamoğlu’na verilen siyasi nitelikli cezanın ardından daha da görünür hâle geldi. Sadece İmamoğlu’nun değil, bu olaydan sonra sokağa çıkan, yürüyen, protesto eden ve ses veren binlerce insanın da örtük bir yargılamaya tabi tutulması, bizi bu yazıyı yazmaya mecbur etti:
Bu, yalnızca bir siyasi figürün yargılanması değil, toplumun ifade ve eylem hakkının kolektif olarak sindirilmesidir.
📜 Hukuki Çerçeve: Hakkın Temeli Anayasa'dır
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 34. maddesi açıkça der ki:
“Herkes, önceden izin almaksızın, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11. maddesi ve AİHM içtihatları da bu hakkı korur. Buna rağmen ülkemizde kolluk kuvvetleri, yerel idareciler ve yargı organları tarafından bu hak çoğu zaman kamu düzeni gerekçesiyle sınırlandırılmakta, hatta protestolar doğrudan suç unsuru gibi yansıtılmaktadır.
Bu, yalnızca hukuki değil; hukuka duyulan güvenin körelmesi anlamında yapısal bir krizi de beraberinde getirir.
📚 Tarihsel Arka Plan: Sokağın Suçlaştırılması
Türkiye, demokrasi tarihine baktığımızda gösteri hakkını hiçbir zaman tam anlamıyla içselleştirememiştir. 1960’lardan bugüne:
12 Mart, 12 Eylül gibi askeri dönemlerde sokak “anarşi” ile eş tutuldu.
90’larda Kürt vatandaşların barışçıl yürüyüşleri sistematik şekilde bastırıldı.
Gezi Direnişi ise sokağın ifade aracı olarak kullanılmasının nasıl sistematik biçimde kriminalize edildiğinin en açık örneğiydi.
Bugün de benzer bir model tekrar ediyor: İktidar karşıtı her eylem, önce “provokasyon” ilan ediliyor, sonra cezalandırılıyor. Ama burada en dikkat çeken nokta şu: Bu cezalandırma sadece fiziksel değil, psikolojik ve kültüreldir. Toplumun “sokağa çıkma” refleksi törpülenmekte, “evinde kal” kültürü dayatılmaktadır.
📡 Dijital Bastırma: BTK’nın Gölgesinde Haberleşme Özgürlüğü
Günümüzde bir protesto yalnızca sokakta değil; aynı zamanda sosyal medyada, mesajlaşma uygulamalarında, canlı yayınlarda ve haber portallarında da gerçekleşir. Bu nedenle haberleşme özgürlüğü, gösteri hakkının doğal uzantısıdır. Ancak Türkiye’de bu hak da giderek daha sık ve keyfî biçimde sınırlandırılmaktadır.
Ekrem İmamoğlu’na verilen cezanın ardından toplumsal tepkilerin büyümesi beklentisiyle:
BTK tarafından bazı sosyal medya platformlarına erişim yavaşlatıldı,
İnternet hizmetleri bölgesel olarak kısıldı veya durduruldu,
VPN servisleri hedef alındı, alternatif haber kaynakları engellendi.
Bu müdahaleler, yalnızca teknik değil; doğrudan anayasal bir hak ihlali anlamına gelir. Çünkü Anayasa'nın 22. maddesi, haberleşme özgürlüğünü güvence altına alır:
“Herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir. Bu hürriyetin engellenmesi ancak hâkim kararıyla mümkündür.”
Oysa BTK’nın işlemleri çoğu zaman idari kararlarla, yani mahkeme kararı olmadan uygulanmakta.
Bu da hukuki denetimden uzak, yürütme organının keyfiyetine açık bir alan yaratıyor. Ayrıca bu tür dijital bastırmalar:
Toplumu tecrit eder
Bilgi akışını keser
Anayasal hakları görünmez kılar
“Hiçbir şey olmamış gibi” bir sessizlik ortamı yaratır
Ve belki de en tehlikelisi:
Toplumsal hafızayı dijital olarak da siler.
⚖️ Hukuki Meşruiyet mi, Siyasal Denetim mi?
Anayasa Mahkemesi’nin gösteri hakkı lehine verdiği çok sayıda karara rağmen, alt mahkemelerin bu kararlara uymama direnci, artık bir hukukî tartışmanın ötesine geçmiş durumda. Yargı erkinin bazı bölümleri, yasaya değil, siyasal konjonktüre göre pozisyon almakta. Bu durumda soru şudur:
Anayasa fiilen hâlâ yürürlükte midir, yoksa seçilerek rafa kaldırılmış bir metin midir?
🧠 Psikolojik ve Sosyolojik Katman
Devletin bir gösteriye karşı verdiği orantısız tepki, sadece oradaki bireyi değil, o bireyi izleyen milyonları da içsel olarak bastırır.
İnsanlar zamanla kendi kendini sansürlemeye başlar
Dışa değil içe kapanırlar
Adalet talebi yerini “bana dokunmasın” içgüdüsüne bırakır
Bu da toplumu sadece otoriterleştirmez, aynı zamanda yalnızlaştırır. Gösteri hakkı, sadece politik bir refleks değil; birbirimizi gördüğümüz, tanıdığımız bir aynadır. Bu ayna kırıldığında toplum parçalanır.
🧭 Felsefi ve Kültürel Yaklaşım: Direnişin Sessizliği
Sokrates yargılandığında bir kürsüye çıktı ve susturulmak yerine konuşmayı seçti. Bugünün Türkiye’sinde, sokakta konuşan yurttaşın kürsüsü kaldırılmış durumda. Ama tarih boyunca gösterdi ki:
Kürsüler kalktığında kelimeler yer altına çekilir; düşünceler yer üstüne fışkırır. Bu nedenle susturulan her gösteri, bastırılan her yürüyüş aslında daha derin bir demokratik patlamanın habercisidir.
📌 Sonuç: Sessizlik de Bir Savunmadır, Ama Biz Susmuyoruz
Bu yazı, bir “savunma”dır. Sokağa çıkanları, gösteri yapanları, yürüyenleri, hatta sadece olan bitene içinden itiraz edenleri savunmaktır. Bu savunma, yasal değil; ahlaki bir görevdir. Ve aynı zamanda insani bir sorumluluktur. Gösteri hakkı, bir “izin” değil; bir “varoluş biçimidir.”Sokağa çıkan bir insanı değil, Anayasayı yargılayan sistemleri sorgulamak gerekir. Çünkü bazı şeyler yürüyerek savunulur — bazen yalnızca yürüyerek.
📘 İlgili Hukuki Dayanaklar
T.C. Anayasası madde 34
AİHS madde 11
AYM ve AİHM içtihatları
TCK 216 ve 217: Kamu düzeni ve halkı kin-nefrete sevk suçlarıyla karıştırılan hak kullanımları